Online Platformda Tiyatro Yapmanın Sınırlılıkları ve İmkanları Üzerine
Giriş
Anadolu Üniversitesi tiyatro kulübü bünyesinde yer alan Yaşayan Tiyatro olarak, halen sürmekte olan pandemi döneminin kısıtlamalarından, her üniversite tiyatro topluluğu gibi biz de oldukça etkilendik. Sahneler kapandı, bir arada olmak imkânsız hale geldi. Ancak bununla birlikte bir arada olmak farklı boyutlar kazanmaya başladı. Derslerin, söyleşilerin, toplantıların online platformlar üzerinden sesli ve görüntülü olarak yapılması yaygınlık kazandı. Tiyatrocular da bu kervana dahil olarak online platformda yeni imkanlar arayanlardan oldu. Kimi eski oyunlarının görüntülerini yayınladı, kimi evlerindeki imkanlarla kaydettikleri görüntülerle bir prodüksiyon oluşturdu[1], kimi de online bir platformda canlı performanslar sergileyerek[2] tiyatro sanatıyla hemhal olmanın sınırlılıklarını aradı.
Yaşayan Tiyatro olarak pandemi döneminde henüz bir prodüksiyon ortaya koy(a)madık. Ancak bir süredir bu doğrultuda denemeler ve hazırlıklar yapmaktayız. Aşağıdaki yazıda öncelikli olarak tiyatronun nerede başlayıp nerede bittiğini görmemize imkân tanıyacak bir tartışma sunulmakta ve devamında da Yaşayan Tiyatro’nun online platformlar aracılığıyla tiyatro yapmaya bakışı ortaya konulmaktadır.
Tiyatronun alametifarikası nedir?
Augusto Boal, Lope de Vega’nın tiyatro için yaptığı ‘iki kişi, bir tutku ve bir platform’ tanımını anımsayarak; tiyatro iki kişinin bir platform üzerindeki tutkulu çatışmasıdır der.[3]
Burada iki kişiden kastı, bir platformda aynı anda iki kişinin fiziksel olarak var olması değildir. Bir kişi farklı kişilerin varlığını muhtelif yollarla gösterebilir/ima edebilir ve böylece bir kişinin olması yeterli olur.
Bununla birlikte tutku da her insanda bulunan bir özelliktir. Hiçbir şey istememe, hiçbir şey yapmama ya da bu dünyada olmamayı isteme bile bir tutkunun işaretidir ve bu tutku bile çatışmayı, yani dramatik eylemin olmazsa olmazını oluşturur. Beckett’in beklemekle ün salmış Vladimir’le Estragon’u iyi bir örnek olabilir. Beklemeyi bu kadar önemli yapan şey hiç şüphesiz gitme seçeneğinin her zaman var olmasıdır ve bu da tutkuyu, yani çatışmayı doğurur.
Yukarıdaki tanıma göre, tiyatronun özelliklerinden üçüncü olana, platforma gelelim. Platform, en basit ve fiziksel anlamıyla seyirci(ler) ve oyuncu(lar) arasındaki sınırı belirleyen yapıdır. Bu platform kişinin oynamaya başlamasıyla (bu geçiş bazen çok belirsiz olabilir) yani oyuncuyla var olur. İster tam donanımlı bir tiyatro salonu olsun, ister bir merdiven altı olsun, isterse bir evin salonu olsun oyuncu (yani oynayan kişi) olmadıkça orası fiziksel gerçekliğinden başka bir şey olmayacaktır. Ancak oyuncunun varlığı, hem fiziksel olarak platformun sınırlarını çizmektedir hem de fiziksel mekânı başka bir zamandaki başka bir yere dönüştürerek kurgusal bir gerçeklik oluşturabilmektedir. Bu kurgusal gerçekliğe tiyatro araştırmacıları farklı araştırmaları ve bakış açılarıyla farklı tanımlamalar getirmiştir. Örneğin bu mefhuma Boal; estetik mekân, Stanislavski ise sahne üstü gerçekliği demiştir.
Sonuç olarak, Lope de Vega’nın tanımına göre, tiyatronun var olabilmesi için bir kişi yeterlidir. Bir kişide hem başka kişi(ler) hem tutku hem de -onun ima etmesiyle var olmayan- platform vardır. Boal’in elinden tutarak yapmaya çalıştığımız bu tiyatro tanımlamasını Boal’den bir alıntıyla sonlandıralım:
Tiyatro, tuğla ve duvarların, kostüm ve dekorlarının nesnelliğinde değil, onu uygulayanların uygulama anındaki öznelliklerinde var olur. Ne sahne ne de seyirciye ihtiyaç duyar, tek başına oyuncu yeterlidir. Tiyatro oyuncuyla doğar. Oyuncu tiyatrodur. Hepimiz oyuncuyuz: Hepimiz tiyatroyuz![4]
Bu tiyatro tanımlamasıyla aslında tiyatronun ayırt edici özelliklerinin bir kısmını söylemiş olduk. Ancak biraz daha detaylı bir karşılaştırmaya ihtiyaç var gibi. Oldukça sık karşılaştırılan sinema ve tiyatroyu ele alalım. Sinema yaklaşık yüz elli yıllık bir geçmişiyle oldukça genç bir sanat dalıdır. Tiyatronun ortaya çıkışı ise binlerce yıl öncesine dayanır: Kimilerine göre Antik Yunan uygarlığının Arkaik Çağı denilen M.Ö. VII. yüzyılda Tanrı Dionysos onuruna yapılan törenlerde doğduğu varsayılmaktayken[5], Boal ise işi çok daha eskiye götürerek, bizon avlayan avcının kendisinin resmini yapabiliyor olmasını, tiyatroyu keşfetmiş olmasına bağlar; kendini (avcı), görme eyleminde bulunurken görmüştür.[6] Her iki açıdan da tiyatro sinemaya göre oldukça eskidir ve hatta sinema varlığını tiyatroya borçludur da denilebilir.
Sinemanın ortaya çıkışı ise hiç şüphesiz görüntünün kaydedilmesiyle birlikte gerçekleşmiştir. Ancak sinemanın arkasında binlerce yıldır var olagelen tiyatro (dram sanatı) vardır.[7] Sinemayı, basitçe, tiyatronun birtakım araçlarla kaydedilmesi olarak tanımlayabiliriz. Sinema sanatına dair hiç şüphesiz çok daha derin ve çeşitli tanımlama illa ki yapılabilir ancak burada bunu dışarıda tutmak daha yerinde olacaktır. Bizim ilgilendiğimiz nokta sinemanın kaydedilmiş seslerden ve görüntülerden oluşuyor olmasıdır. Bu noktada tiyatroyu sinemadan ayıran en kritik özelliğe geliriz; tiyatro oynandığı an var olur, sinema ise kayıt süreçlerinden sonra birtakım araçlarla birlikte, sanat üreticisinin varlığına tüketildiği anda ihtiyaç duyulmadan var olur. Belki de tiyatronun en önemli ayırt ediciliği budur; tüketildiği anda (seyredildiğinde) üreticisinin varlığına (oyuncuya) ihtiyaç duyar ve üretici üretmeyi (oynamayı) bıraktığı anda son bulur.
Tiyatroyu, sinemadan başka, daha olgun sanat dallarıyla karşılaştırmayı deneyelim; örneğin resim sanatıyla. Yapısal olarak sinemayla bazı noktalarda benzerlikler kurabiliriz. Resim de her sanat dalında olduğu gibi bir üreticiye ihtiyaç duyar. Sinemada olduğu gibi resim de birtakım araçlara ihtiyaç duyar; boya, fırça, tuval vs. (Bu araçlar olmadan resim yapılamayacağını iddia ettiğimiz zannedilmesin. Örneğin yeterli miktarda kumla da resim yapılabilir ancak yine de bir araca -burada olduğu gibi kuma- ihtiyaç duyulmadığı söylenemez.) Resim sanatının sinemayla bir diğer yapısal özelliği ise üreticisi, tüketildiği anda tüketildiği yerde var olmadan da tüketilebilir. Burası, ‘resim sanatı’ yerine, güzel sanatların geleneksel altı dalından ‘heykel’ ve ‘mimari’ konularak da okunabilir.
Güzel sanatların bu geleneksel altı dalından geriye kalan diğer üçüyle (dans, şiir ve müzik), tiyatro arasındaki farklılıkları açıklamaya çalışarak bindiğimiz dalı kesebiliriz. Neticede tiyatro birleşik bir sanattır ve diğer sanat türleriyle sürekli olarak paslaşır. Yine de bu riski göze alarak, biraz da temkinle, tiyatronun ayırt edici özelliklerine dair bir deneme yapılabilir.
Müziği, mütevazı bir şekilde tanımlamaya çalışırsak; birtakım seslerin ve sessizliklerin belli bir sıklıkla ve hızla bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan işitme organlarımızla duyumsadığımız titreşimlerdir. Sesi kaydetmek için herhangi bir teknolojiye sahip olmadığımız zamanları düşünürsek, müzik ve tiyatronun ayrımını yapmak oldukça zor olabilir. Örneğin müzik bir araca ihtiyaç duymadan, insanın sadece bedeniyle üretebildiği bir şey de olabilir. Ancak tiyatro gibi bir platform (hayali ya da fiziksel) oluşturma ihtiyacı duymaz. Ve en önemlisi tiyatronun oldukça kritik unsuru olan çatışma olmadan da var olabilir. Hatta müziğin armoniye, uyuma, ahenge daha yakın olduğu söylenebilir. Tüm bunların yanında günümüze gelerek daha kolay bir ayrım yapılabilir. Canlı dinlemenin yeri ayrı olsa da müzik, kaydedilmesiyle birlikte ilk formundan ve özünden pek bir şey kaybetmez. Tiyatro için aynı şeyi söylemek oldukça zordur.
Dansta da tiyatroda olduğu gibi eyleyenin (oyuncu/dansçı) olduğu bölge, platform olmaktadır. Dansta da tiyatroda olduğu gibi sanat üreticisinin bedeni, üretilen sanat ürününün en önemli kaynağıdır ve olmazsa olmazıdır. Dansın tiyatrodan farklılaştığı noktaya gelirsek, tiyatro var olabilmesi için kurgusal bir gerçeklik inşa etmek zorundadır ancak aynı şey dans için her zaman söylenemez. Dans tiyatrosu gibi dans ve tiyatronun iç içe geçtiği formlar ve dansın da kurgusal bir gerçeklik içinde gerçekleştiği örnekler olsa da kurgusal bir gerçeklik içinde gerçekleşmesi, dansın olmazsa olmazı olmayabilir.
Son olarak şiir sanatı ve tiyatroya gelelim. Şiir sanatı çok daha kapsayıcı bir alan olsa da burada, şiir sanatından, dramatik ve/veya edebi anlamdaki yazın alanı olarak ele alacağız. Buradaki ayrım aslında oldukça basittir. Her ne kadar Shakespeare’in şiirlerini kendisinden dinlemeyi reddedecek çok az kişi olsa da şiir sanatı; tiyatro ve diğer sanat dalları arasındaki farklılığı ortaya koymaya çalışırken belirttiğim gibi tüketildiği anda üreticisinin varlığına ihtiyaç duymaz.
Tiyatro aynı zamanda yazılı bir metin olmadan da var olabilir. Tiyatro var olabilmesi için öncelik olarak oyuncuya gereksinim duyar. Oyuncu tiyatronun olmazsa olmazıdır ve yazılı bir metin olmadan da tiyatro var olabilir. Bununla birlikte oynanmak için yazılmış bir tiyatro metni tiyatro değildir. Oyuncu(lar) tarafından icra edilene kadar yapısal olarak sadece bir yazıdır. Tiyatro canlıdır ve oyuncunun devinimleriyle çatışma barındıran ikinci bir gerçeklik inşa etmesine ve bu gerçeklik içinde devinimlerine devam etmesine bağlıdır. Sonuç olarak tiyatro, insanla ve oynandığı an var olur.
Mesafeli ve ‘Zoom’lu Tiyatro
Üniversite tiyatro toplulukları olağan koşullarda her yıl kadrolarına yeni üyelerini dahil eder. Bu durum her topluluk için farklı şeyler ifade edebilir. Bizim -Anadolu Üniversitesi tiyatro kulübü çatısı altında çalışmalarını yürüten topluluklardan Yaşayan Tiyatro- için yeni üyelerin yeri oldukça ayrıdır. Bizim için yeni üyelerle birlikte;
-
Jenerasyonlar arası ilişki kurulabilir,
-
Grup yeni fikirlerle birlikte dinamizm kazanabilir,
-
İş bölümü artırılarak kolektif çalışma anlayışı güçlenebilir,
-
Kadrolaşma artabilir (üyelerin uzun süre aktif devamlılığıyla birlikte biriken deneyimler grup için yararlı hale dönüşür),
-
Güç ve sorumluluklar daha fazla dağılarak daha eşitlikçi bir yapı kurulabilir vs.
Belki de Yaşayan Tiyatro ilk defa bir güz dönemini yeni üye heyecanını yaşamadan geçirdi. Yeni üyelerin gruba dahil olmayışının, yukarıda belirttiğimiz niteliklerin yoksunluğuna sebebiyet verdiğini hissetmeye başladık.
Yaşayan Tiyatro olarak pandemi sürecinin zorunluluklarına oldukça geç yanıt ürettiğimiz söylenebilir. Güz döneminin ortalarında başladığımız tiyatroyu online platformda icra etme hazırlık çalışmaları güz döneminin sonunda belli bir aşamaya erişti. Şimdiyse (bahar döneminin başı) yeni üyeler için hazırlık çalışmalarını sürdürmekle birlikte tiyatronun online platforma adaptasyonu üzerine araştırmalara ve denemelere devam ediyoruz.
Öncelikle, yapmaya çalıştığımız şey, tiyatronun online platformda icra edilebilmesi için bir adaptasyon çalışmasıdır. Amacımız yeni bir sanat türü icat etme veya arama değildir. Yaşayan Tiyatro’nun şu sıralar yapmaya çalıştığı şey, pandeminin getirdiği mesafeli olma zorunluluğunda tiyatroya dair araştırma yapma ve tiyatroyu deneyimleme amacıyla önündeki engelleri video teknolojisinin imkanlarıyla aşma çabasıdır. Bu engelleri aşma çabaları sürecinde, tiyatronun ne olduğu üzerine sürekli olarak düşünmek gerekebilir. Çünkü online platformda yapılmaya çalışılan şey tiyatro olmaktan her an çıkabilir ve hatta hiç tiyatro bile olmamış olabilir. Bizler de yapmaya çalıştığımız şeyin tam olarak ‘tiyatro’ olmadığını biliyoruz. Ancak yukarıda belirtmiş olduğumuz tiyatronun ayırt edici özelliklerini, yapmaya çalıştığımız tiyatro benzeri şeyde bir araya getirmenin yollarını arıyoruz. Elbette hepimiz sahnelere dönmeyi ve seyircilerle aynı atmosferde bulunarak o capcanlı heyecanı yaşamayı iple çekiyoruz. Fakat o güzel günler gelene kadar imkanlarımızın sınırlarını araştırarak ve o gün geldiğinde olabildiğince hazır olabilmek için çabalıyoruz. Yapmaya çalıştığımız şey, yarışlara katılamayan bir sporcunun spor salonunda çalışmaya devam etmesine benzetilebilir: Hazır kalmak ve koşullar oluştuğunda yarışa çıkabilmek. Bununla birlikte, adaptasyon sürecindeki çalışmalar yeni keşifler yapılmasına olanak sağlayıcı şekilde organize edilebilir ve yeni deneyimler kazandırabilir.
Tiyatronun online platforma adaptasyonu üzerine çalışmaya başlarken, ilk olarak, birtakım olası kritik engeller belirledik:
-
Tiyatronun en önemli özelliği olan canlı yapısını, yani tüketildiği anda üreticisinin varlığına ihtiyaç duyan yapısını, nasıl mümkün kılabiliriz?
-
Eğer canlı olmayacaksa, görüntüler kaydedilmiş bir şekilde izleyiciyle buluşturulacaksa, geçirilen süreçte tiyatroya dair deneyimler elde edilebilir mi?
-
Tiyatro ve video teknolojisinin bir karışımı olacak olan bu ‘melez’ yapıda sanatsal ve toplumsal keşifler/araştırmalar/tartışmalar yapılabilir mi?
-
Dramatik bir yapı, oyuncuların kendi imkanlarıyla çektiği videolarla nasıl anlamlı ve anlaşılabilir bir bütün haline getirilebilir?
-
Rol kişileri arasındaki aksiyon alışverişi (duygu-düşünce, etki tepki alışverişi) ne derecede etkin olabilir?
-
Toplu sahneler oluşturulabilir mi? Toplu sahneler nasıl organize edilebilir?
-
Oyuncuların video adaptasyon sürecindeki çalışmaları, sahne üstü oyunculuklarına dair kazanımlar sağlar mı? Video çalışmaları sahne üstü oyunculuk için bir idman sahası olabilir mi?
-
Oyunculuk çalıştırıcılığı kısımları nasıl organize edilebilir? Tiyatroya dair keşifler, denemeler, araştırmalar ve eğitimler gerçekleştirilebilir mi?
-
Reji çalışmaları nasıl gerçekleştirilebilir? Video teknolojisinin imkanlarından ne kadar faydalanılabilir?
-
Canlandırılacak olan dramatik eser nasıl seçilmeli ya da oluşturulmalıdır? Adaptasyon ya da yeni bir metnin inşa süreci nasıl olabilir?
Belirlediğimiz bu olası engelleri göz önünde bulundurarak denemelere başladık. İlk yaptığımız denemelerde dramaturji üzerinde pek durmadan teknik meseleler üzerine odaklandık. Bir yandan da vücut çalışmaları dediğimiz (kondisyon, esneklik, denge, beden farkındalığı, diksiyon, nefes vb.) çalışmaların adaptasyonuna dair denemeleri de sürdürdük. Bir süre sonra tüm grupla birlikte rutin çalışmaları başlattık.
Şu sıralar bir yandan yeni üyeleri karşılamaya hazırlanırken bir yandan da online platformda tiyatro yapmanın sınırlılıkları ve imkanları üzerine denemeler yapmaya devam ediyoruz. Kaydedilmiş görüntüler üzerinden bir performans paylaşma fikrine biraz mesafeli olduğumuzu belirtmekte yarar var. Bu mesafe tiyatronun canlılığını ve tiyatronun oyuncuyla var olan yapısını koruma istencimizden ileri gelmektedir. Kaydedilen görüntülerle birlikte tiyatro oyuncuda, oyuncu da tiyatroda yaşamayı bırakacaktır. Örneğin sahnenin son hali kaydedildikten sonra, oyuncunun, fiziksel eylemlerini ve repliklerini aklında tutmasına gerek kalmayacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi amacımız, sahnelere idman niteliğinde olabilecek çalışmalar organize etmek. Bu bağlamda online canlı bir performans sergilemek en büyük gayemiz. Karşımıza tahmin edemediğimiz birçok engelin çıkabileceğini bilsek de prodüksiyon hazırlıklarımızı bu doğrultuda yürütmekteyiz.
Furkan Kaya
Şubat 2021
[1] Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları’nın ‘’…iş ararım iş…’’ prodüksiyonunu ilk olarak Youtube’da gösterime sunmaları.
[2] Zoom Theatre adlı topluluğun Zoom platformu üzerinden canlı oyunlar sahnelemeleri. bkz. https://zoomtheatre.com/
[3] Boal, A. Arzu Gökkuşağı. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2012, s. 17.
[4] Boal, A.g.e., s. 21
[5] Şener, S. Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2015, s. 16.
[6] Boal, A.g.e., s. 14
[7] Erkek, H. Brecht’ten Trier’e Epik Yapı ya da Kapitalizmin Köpekkent’i Dogville. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi, 2011, (57-62), s. 57.